SELOCAN’IN RÖPORTAJINDAN ÇOK ÖNEMLİ PASAJ…
“Muhalefetin kendisinin demokratik bir perspektife sahip olamaması, iktidara iktidarınkiyle aynı dilde cevap vermeye çalışması… ‘Biz de muhafazakârız, biz de milliyetçiyiz’ söylemi, başarıyı ıskalatan önemli unsurlardan biriydi. Hannah Arendt’in de altını çizdiği gibi, size hangi sıfat yakıştırılarak saldırılıyorsa, kendinizi ancak o sıfatla savunabilirsiniz. Eğer size, örneğin Alevi olduğunuz için saldırılıyorsa, kendinizi ancak Alevi olarak savunabilirsiniz. Bunu da yapabilmek için Aleviliği meşrulaştırarak yola çıkmalısınız. Eğer size LGBTİ olduğunuz için saldırılıyorsa, ‘hayır efendim biz muhafazakârız, biz Türküz’ filan diye kendinizi savunamazsınız. Eğer size Kürt olduğunuz için saldırılıyorsa, ‘bağışlayın ama biz de Türküz’ diyerek kendinizi savunamazsınız. Eğer size ateist olduğunuz için saldırılıyorsa, ‘evet ama biz dine saygı gösteriyoruz’ diye kendinizi savunamazsınız. Çünkü size yönelik saldırı, karşı tarafa saygı gösterip göstermemenizden değil, doğrudan varlığınızdan kaynaklanıyor. Bir kadına mini eteği yüzünden saldırılıyorsa, o kadın ancak mini eteğiyle savunulabilir. Saldırıya uğramamak için mini etek giymeyen bir kadın, artık mini etekli bir kadın değildir. O halde karşı taraf mini etekli birini yok etmiştir. Saldırıya uğramamak için yok olmak mı, gizlenmek mi, görünür olmaktan çıkmak mı, yoksa varlığını sürdürmek için direnmek mi? Maalesef Türkiye’de muhalefetin genel olarak bu bilince varması şu veya bu nedenle mümkün olamadı. İttifaklar da bunu mümkün kılamadı. Başkanlık sistemini oluşturan anayasa değişiklik paketinin barındırdığı en tehlikeli nokta sanırım ittifak zorunluluğuydu. Belki de artık siyaseti ittifaklar dışında, hatta siyasi partiler dışında düşünmek gerekiyor. Yarınki siyasi hareketlerin ne olabileceği sorusu üzerine kafa yormalıyız.”
Turan ÇATAL
Araştırmacı Gazeteci-Yazar