Zorunlu eğitimin kısaltılması neyi amaçlıyor?
Genel, mesleki-teknik liselerle Anadolu ve fen liselerinin eğitim sürelerini 2005-2006 eğitim-öğretim yılından itibaren kademeli olarak 4 yıla çıkaran Millî Eğitim Bakanlığı, aradan 20 yıl geçtikten sonra bu kez bu liselerin eğitim süresini kısaltma çabası içinde.
Türkiye’nin yazboz tahtasına çevrilen eğitim politikası, tarihsel olarak siyasal yönelimlerin, ekonomik ihtiyaçların ve uluslararası ilişkilerin kesişim noktasında şekillenmektedir. 2005 yılından itibaren liselerde eğitim süresinin 3 yıldan 4 yıla çıkarılması yalnızca pedagojik bir düzenleme değil, aynı zamanda Avrupa Birliği (AB) ile yürütülen uyum sürecinin bir gereği olarak yorumlanmıştı.
23 yıllık AKP iktidarının en uzun süre görev yapan (2003-2009) Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, 9 Haziran 2005’te liselerin 4 yıla çıkarılması kararını açıklarken, “AB perspektifi bunu gerektiriyor. 3 Ekim’de müzakere süreci başlayacak ve bu tarihten önceki en öncelikli konu başlıkları eğitim, bilim, araştırma, istatistik gibi konulardır. Biz bu sürece hazır olmak zorundayız. AB ülkelerindeki uygulamalara baktığımızda Almanya’da 9 yıllık temel eğitimin üzerine 4 yıllık tahsilden sonra üniversiteye gidilebiliyor. İtalya’da bu 9+5, Finlandiya ve Macaristan’da 9+3 şeklindedir. Bizim 3 yıllık liselerimizden mezun olan gençlerimiz diplomalarının denkliği itibarıyla ciddi sıkıntılar çekiyorlar. AB ülkelerine gittiklerinde bir problemleri olmasa bile asgari 1 yıllık telafi programlarından geçmeleri gerekiyor. Diplomaları kabul edilmiyor. Biz bu denkliği ve uyumu sağlamak zorundayız” demişti.
O dönemde temel argüman, “AB standartlarına yaklaşmak, eğitimde denklik sağlamak ve istihdam alanını büyütmekti.” Avrupa’da zorunlu eğitim ortalama 12 yıl civarındaydı. Türkiye de eğitim süresini artırarak OECD ülkeleri arasında olumlu bir görüntü vermeyi amaçlamıştı.
Millî Eğitim Bakanlığı, 1997-1998 eğitim-öğretim yılından itibaren yürürlüğe giren 8 yıllık kesintisiz eğitim yerine, 2012-2013 eğitim-öğretim döneminde 12 yıllık (4+4+4) zorunlu eğitim uygulamasını başlattı. Bu düzenlemeyle eğitim; 4 yıl ilkokul, 4 yıl ortaokul ve 4 yıl lise olarak kademelendirildi. Bu değişiklik sonucu, 8 yıllık kesintisiz eğitim nedeniyle daha önce kapatılmış olan imam hatip liselerinin ortaokul kısımları da yeniden açıldı.
AB ile 3 Ekim 2005’te başlatılan tam üyelik müzakereleri yavaş ilerledi. 2016’daki darbe girişimi, OHAL süreci, insan hakları ihlalleri ve ardından gelen siyasi gerilimler, AB’nin Türkiye ile olan müzakere başlıklarını fiilen askıya almasına neden oldu. AB üyeliği bu tarihten itibaren Türkiye için giderek sembolik bir söyleme dönüştü. AB uyum politikalarının etkisi azalınca Millî Eğitim Bakanlığı kararlarını daha çok iç politika önceliklerine göre belirlemeye başladı.
2016 yılından sonra MEB, çocukların sosyal ve kültürel gelişimlerine uygun olmayan “yerli ve milli müfredat”, “değerler eğitimi”, “manevi gelişim”, “ahlak temelli öğrenme” ve son olarak “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” gibi kavramları öne çıkardı. Eğitim piyasalaştırılarak tarikat ve cemaatlerle protokoller imzalandı; okullar laik ve bilimsel eğitimden uzaklaştırılmaya çalışıldı. Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM) kapsamında işletmelerde ve atölyelerde milyonlarca genç, stajyer ve çırak adı altında emek sömürüsüne maruz bırakıldı; bu durum hâlen artarak devam etmektedir.
Aralık 2023’te yayımlanan 12. Kalkınma Planı’nda (2024-2028), mesleki ve teknik eğitim alan bireylerin iş gücü piyasasına geçişlerinin kolaylaştırılacağı ve özel sektörle mesleki teknik eğitim kurumları arasında finansman dâhil uzun vadeli iş birliği sağlanacağı belirtilmiştir. Yani zorunlu eğitimin kısaltılmasının amaçlarından biri, çocukları iş gücü piyasasına erken yaşlarda sürmektir. Bu durum, iki yıl önceki Kalkınma Planı’nda açıkça belirtilmiştir.
Zorunlu eğitimi kısaltma gerekçeleri
Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, “toplumsal beklentiler ve bilgiye erişimin kolaylaşması” nedeniyle zorunlu eğitimin kısalabileceğini ifade etmektedir. Ancak bu beklentilerin toplumun geniş kesimlerince dile getirildiğine dair veriler tartışmalıdır. Aylardır yandaş sendikalar ve iktidar yanlısı basın, zorunlu eğitim süresinin düşürülmesi yönünde algı oluşturma çabası içindedir.
4 yıllık eğitimi şeytanlaştırmaya çalışan bazı muhafazakâr iş insanları, kendi işletmelerine devlet eliyle ucuz çocuk emeğini aktarmak amacıyla 12 yıllık zorunlu eğitimin ülkeye faydası olmadığını iddia etmektedir. Oysa bir ülkenin eğitim politikalarının popüler talepler doğrultusunda şekillenmesinin hiçbir bilimsel izahı yoktur.
Bilgiye erişimin teknolojik gelişmelerle kolaylaşması önemli bir avantajdır. Ancak eğitim yalnızca bilgi aktarımı değildir. Düşünmeyi, eleştirel yaklaşım geliştirmeyi, analiz yapmayı, kültürel, sosyal ve psikolojik sorunlara çözüm üretmeyi de içerir. “Bilgiye erişim kolay, o hâlde eğitim süresi kısalsın” anlayışıyla derinlemesine öğrenme ve pedagojik süreçler küçümsenmemelidir. Hızlı erişilen bilgi, her zaman özümsenen bilgi değildir.
Bakan Tekin, “dünya genelinde eğitim süresinin kısaldığını, Türkiye’nin bu trende uyum sağlaması gerektiğini” vurgulamaktadır. Ancak eğitim sistemleri ülkeden ülkeye değişir. Eğitime ayrılan bütçe, okullaşma oranı, öğretmen başına düşen öğrenci sayısı gibi birçok kriter dikkate alınmalıdır. “Dünya trendine uyum” vurgusu, ülkenin sosyoekonomik gerçeklerini görmezden gelme riski taşır.
MEB’in uygulamak istediği zorunlu eğitimin kısaltılması ve 3+1, 2+2 gibi modeller, kamusal eğitimin tasfiyesi anlamına gelmektedir.
Eğitim-Bir-Sen’in algı oluşturma anketi
İktidar yanlısı Memur-Sen ve Eğitim-Bir-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, 8 Temmuz 2025’te yaptığı açıklamada 81 ilde öğretmenler, okul yöneticileri, lise öğrencileri ve velileri kapsayan bir saha araştırması yaptıklarını; bu araştırmaya 36.118 kişinin katıldığını belirtti. Çalışmada, 4+4+4 zorunlu eğitim sisteminin son 4 yılının yeniden ele alınması gerektiği öne sürüldü.
Ankete göre öğretmenlerin %93,8’i, yöneticilerin %97,1’i, öğrencilerin %78,5’i ve velilerin %78,8’i mevcut zorunlu eğitim süresinde değişiklik yapılmasını istiyor. Bu sonuçlara göre “2+2” ve “3+1” gibi modeller kamuoyu nezdinde ilgi görüyor. Ancak bu anketin demokratik katılım, temsiliyet ve eğitim hakkı yönünden ciddi sorunları vardır.
Bu taleplerin gerekçeleri nedir? İktidar yanlısı olmayan Eğitim-Sen ve Eğitim-İş gibi sendikaların görüşleri neden alınmamıştır? Dezavantajlı bölgelerdeki öğrencilerin, öğretmenlerin ve velilerin görüşleri ne ölçüde yansıtılmıştır? Eğitim-Bir-Sen, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” tartışmalarında olduğu gibi bu konuda da MEB’in yanında konumlanmıştır. Bu anketin “ülke çapında kamuoyu talebi” olarak sunulması hem bilimsel hem de demokratik açıdan sorunludur.
MÜSİAD’ın gençlerin iş gücüne erken katılmaları için yaptığı çağrı
Müstakil Sanayici ve İş Adamları Derneği (MÜSİAD) Genel Başkanı Burhan Özdemir, 24 Haziran 2025’te Yeni Şafak’a verdiği röportajda genç işsizliğiyle mücadele için zorunlu eğitimin kısaltılmasını önermiştir. Özdemir, “Gençlerimiz iş gücüne daha erken katılmalı, eğitim zorunluluğu esnetilmeli, öğrenciler pratik becerilerle piyasaya daha hızlı adapte olmalı” demiştir.
Bu açıklamadan kısa süre sonra Eğitim-Bir-Sen’in anket sonuçları ve MEB’in paralel açıklamaları dikkat çekmiştir. 12 yıllık zorunlu eğitimin “ülkeye faydasız” olarak gösterilmesi, eğitimin amacını üretim süreçlerine ucuz işgücü yetiştirmek olarak tanımlamak anlamına gelmektedir. Oysa eğitimin amacı ekonomik sisteme eleman yetiştirmek değil, bireylerin temel akademik, sosyal ve bilişsel becerilerini geliştirmektir.
Günümüzde sanayi bölgelerinde, işletmelerde ve tarım alanlarında çalışan yüz binlerce çocuk eğitim hakkından mahrumdur. Çocuk emeğini meşrulaştırmanın dolaylı bir biçimi “eğitimi kısaltmak” olmamalıdır. OECD ülkelerindeki veriler, zorunlu eğitimin ülkenin geleceğini büyüterek şekillendirdiğini göstermektedir. Gençlerin ucuz emek olarak sanayiye yönlendirilmesi, uzun vadede niteliksiz iş gücü tuzağını derinleştirecektir.
Önerilen modeller ve olası olumsuzluklar
Önerilen 3+1 ve 2+2 modelleri, eşit, parasız, bilimsel ve laik eğitim hakkını hedef almaktadır.
Liselerde eğitim süresi 4 yıldan 3 yıla düşürülürse dersler yüzeysel kalacak; maddi durumu iyi olan ailelerin çocukları özel ders ve dershanelerle eksikleri kapatırken, dar gelirli ailelerin çocukları mecburen çalışma hayatına yönelecektir.
3+1 modelinde öğrenciler 11. sınıfta diploma alabilecek, üniversiteye gitmek isteyenler 12. sınıfa devam edebilecektir. Ancak bu koşullarda 12. sınıfa devam edecek öğrenci sayısı istenilen düzeyde olmayacaktır. 2+2 modelinde ise zorunlu lise eğitimi yalnızca 2 yıl olacak, kalan 2 yıl isteğe bağlı hale gelecektir. Bu da öğrencilerin büyük kısmını MESEM’lere veya açık öğretime yönlendirecektir.
Zorunlu eğitim süresinin kısaltılmasından özellikle kız çocukları büyük zarar görecektir. Eğitim süresinin azalmasıyla kız çocuklarının erken yaşta evlendirilme riski artacaktır. Okulda korunup izlenebilen öğrenciler sistem dışına çıkınca korumasız hâle gelecek ve şiddet mağduru olabileceklerdir.
Norm fazlası durumuna düşecek öğretmenler
Eğitim süresinin kısalmasıyla farklı branşlardaki binlerce öğretmen norm fazlası durumuna düşecektir. Bu durum hem mesleki güvencesizliği artıracak hem de eğitim kurumlarındaki istikrarı bozacaktır. 1997’de başlatılan 8 yıllık kesintisiz eğitim nedeniyle o dönemde çoğunluğu ilkokul öğretmeni olan yaklaşık 30 bin öğretmen norm fazlası olmuştu.
Sonuç
Bir ülkenin eğitim politikaları günün koşullarına uygun, uzun vadeli bir planlama ile yürütülmelidir. Millî Eğitim Bakanlığı’nın eleştirel düşünebilen, kültürel açıdan donanımlı, özgür bireyler yetiştirmeyi hedeflemesi gerekirken; sermaye ve tarikat çevrelerinin lise eğitimini kısaltma taleplerine uygun bir tutum sergilemesi ciddi bir tartışma konusudur.
Günümüz Avrupa’sında uzun ve nitelikli bir eğitim sistemi öne çıkarılırken, Türkiye genç nüfusu kısa vadede iş gücüne kazandırma telaşındadır. Çocuk işçiliğini meşrulaştıran, anayasal güvence altındaki eğitim hakkını zedeleyen zorunlu eğitimin kısaltılması çalışmaları sonlandırılmalıdır.
Millî Eğitim Bakanlığı, zorunlu eğitim sisteminde lise eğitiminin yeniden yapılandırılmasına ilişkin raporunu 17 Ekim 2025’te Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu üyelerine sunmuştur. Bu rapora ilişkin olumlu veya olumsuz görüşlerin ne yönde olacağını hep birlikte göreceğiz.
HASAN AYDIN
EGEDE YAŞAM ::: Özgür İnternet Gazetesi
Halkın ve Sadece Haklının Yanında…
YAŞASIN CUMHURİYET…
MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİYİZ…
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE…


