GÖLGE İMPARATORUNUN PORTRESİ
Bazı insanlar dünyaya, bir sorunun cevabı olarak değil, bizzat sorunun kendisi olarak gelir.
Binyamin Netanyahu da işte bu ikinci türden biri.
1949’da, savaşların küllerinden doğan bir coğrafyada gözlerini açtı.
Baba Benzion Netanyahu, aşırı sağcı bir tarihçiydi. Tevrat elinden düşmez ve çocuklarına sürekli ayetler okurdu.
Sonunda tarihten bir bilim değil, bir silah yarattı.
“Yahudiler ya hükmeder, ya yok olur.”
Oğluna bıraktığı miras, işte bu cümle oldu.
Bu ideolojik miras, onu daha çocuk yaşta siyah-beyaz bir dünya algısına itti.
Netanyahu’nun çocukluğu doğrudan dinci gruplar ya da yeraltı sağ örgütlerle temas içinde geçmedi ancak evin içinde hakim olan düşünsel hava, onu kaçınılmaz biçimde milliyetçi, paranoyak ve saldırgan bir dünya görüşüne hazırladı.
Babasının bağlı olduğu Revisionist Siyonizm ise yalnızca Araplara değil, İsrail içindeki sol akla da karşıydı.
Yani Netanyahu, düşman kavramını dışsallaştırmakla yetinmeyen bir zihinsel mirasla büyüdü.
Amerika’da geçirdiği ergenlik yıllarında ise, Yahudi diasporasının sağ kanadına ait güvenlikçi, kimlikçi yapılarla tanıştı.
Bu ağlar, ona ileride dini saiklerle hareket eden gruplarla kuracağı ittifakların kültürel zeminini sundu.
Din onun için hiçbir zaman metafizik bir arayış olmadı ama çok işlevsel bir araçtı.
Tıpkı korku gibi, din de kalabalıkları hizaya sokmanın, seçimleri kazanmanın ve iktidarı tahkim etmenin bir yoluydu.
Netanyahu’nun zihninde siyaset de hiçbir zaman ortak yaşam sanatı olmadı.
Her zaman, bir varoluş savaşıydı…
“Güç varsa hayat vardır, yoksa kaos.”
Asker oldu. Harvard’da okudu…
Diplomasinin dilini öğrendi ama içindeki kurşun hep suskundu.
Ağabeyi Yonatan, seçkin komando birliği Sayeret Matkal’da görev yapıyordu ve Entebbe baskınında öldürüldü.
Bu olay, Netanyahu’nun üzerinde ideolojik bir travma etkisi yarattı ve suskunluğunu bir ideolojiye dönüştürdü.
“Düşman yaşadıkça, biz yaşayamayız.”
Yükselişini, korkuyu yöneten bir lider olarak sağladı.
Tüm diktatörlerin ortak noktasıdır bu…
Gerçek sorunlara değil, gerçek dışı korkulara çözüm vadederler.
“Güvensizlik” onların en sadık müttefikidir…
Netanyahu da bu taktiği ustalıkla kullandı.
Her seçimde, her krizde, her zaferde düşmanı hatırlattı.
İran, Hamas, Araplar, hatta solcular.
Herkesi ve her şeyi birer “varoluş tehdidi” olarak kodladı…
Netanyahu siyasete girdiğinde Ortadoğu zaten yangın yeriydi.
Ama o, bu yangının baş mimarlarından biri oldu.
Her seçim dönemini bir savaş ilanıyla eşitledi.
Her zaafını bir güvenlik krizine dönüştürdü.
Diktatörler, kaybettiklerinde halkı değil, bir ülkeyi rehin alırlar.
Netanyahu da kendi iktidarıyla devletin bekasını eşitledi.
“Korku, insanı en sadık tanrılarına götürür” derler.
Netanyahu da halkı korkunun eliyle şekillendirdi.
Her adımında, halkı düşmanla değil, kendi yalnızlığıyla baş başa bıraktı.
Çünkü diktatörler yalnızdır ve yalnızlıklarını büyütmek için halkı da yalnızlaştırırlar.
Gazze’yi defalarca haritadan silmeye kalktı.
BM kararlarını hiçe saydı.
Koalisyonları çökertti, yeniden kurdu.
İç siyasette yolsuzluk davalarıyla boğuşurken, dışarıda her defasında “uluslararası tehdit” maskesiyle gündemi belirledi.
En son İran’a karşı “Yükselen Aslan Operasyonu” adını verdiği geniş çaplı bir saldırı başlattı.
Adını Tevrat’tan aldı…
“Genç bir aslan gibi avını parçalayacak.”
Bu sadece bir askeri operasyon değildi.
Aynı zamanda bir iktidar manifestosuydu.
Seçim anketlerinde düşerken, Gazze’deki yıkımın bedeli tartışılırken ve uluslararası izolasyon artarken Netanyahu yine en iyi bildiği oyunu sahneye koydu.
Savaşla kendini yeniden doğurmak.
Çünkü diktatörler unutulmaz olmak isterler.
Unutulmamak için de ya büyük bir zaferin ya da büyük bir felaketin mimarı olmak zorundadırlar.
Netanyahu ikincisini seçti.
Görsel: James Early
Not: Netanyahu size, bizim buralarda aynı tarz ve yöntemlerle hüküm süren birini hatırlatıyor mu?
Her iktidar; ister kutsal, ister kanlı olsun.
Zamana karşı, bir sınavdan geçer…
Ve zamanı; yalnızca anketler, ya da seçimler değil…
Hafızanın; adaleti de belirler…
Bir çocuğun, enkaz altındaki cesediyle, annenin susan gözyaşıyla, toplumun başkaldırdığı sessizlikle…
Çünkü tarih, yalnız kazananları değil, neden kazandıklarını da sorgular.
Güçle yoğrulmuş lider, sonunda Spinoza’nın o meşhur cümlesiyle yüzleşir.
KORKUYLA HÜKMEDEN ASLINDA KORKULARININ KÖLESİDİR
Bakınız; Hitler ve bugünküler.
Turan ÇATAL
Araştırmacı Gazeteci-Yazar
EGEDE YAŞAM ::: Özgür İnternet Gazetesi
Halkın ve Sadece Haklının Yanında…
YAŞASIN CUMHURİYET…
MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİYİZ…