Samsun’da spor malzemeleri satan bir mağazadan içeri giren 24 genç insan, 24 çift beyaz renkli lastik ayakkabı satın alırlar. Kente otobüsle, sabah 08:30’da gelmiş olmalarına rağmen, aynı gün yürüyerek, ayrılırlar
Samsun’dan, ayakkabıları gibi yüreklerinde taşıdıkları bembeyaz umutlarla..
Ankara yolunda yürüyen kafilenin en önünde ay yıldızlı bayrak taşınırken, arkasındaki pankartta şunlar yazılıdır
“Tam Bağımsız Türkiye İçin Mustafa Kemal Yürüyüşü”
Gençler, 20 Ekim 1968 günü başlattıkları yürüyüş gerekçesini şöyle açıklarlar
”Biz Mustafa Kemal gençliği olarak, Türkiye’nin istiklalinin zedelendiğini, elden gittiğini görüyoruz. Onun için atılması gereken devrimci adımın ‘İstiklali tam Türkiye’ için olacağına, gerçekleştirilmesi gereken ilk amacın ‘Tam Bağımsız Türkiye’ olduğuna inanıyoruz.”
Akşama doğru, yürüyüşün 20. kilometresinde polis tarafından durdurulurlar.
Ertesi gün, izinsiz gösteri ve yürüyüş yapmaktan gözaltına alınan gençler mahkemeye çıkarılır. Duruşma esnasında aralarından biri, “Burada yargılanan biz değil, Gazi Mustafa Kemal’dir” deyince, yargıç oturduğu kürsüden, hepsinin yüreklerine su serpen ve ülkede “Bağımsızlık” rüzgarının engellenemediğini dile getiren şu karşılığı verir :
“Burada bütün hakimlik sıfatımı ve titrimi bir kenara bırakarak şunu belirtmek isterim ki, Türkiye’de hiçbir mahkemenin Atatürk’ü yargılamaya gücü ve yetkisi yoktur.”
1 Kasım 1968’de serbest bırakılan gençler, yürüyüşlerini Ankara’ya doğru, türküler ve marşlar eşliğinde sürdürürler. Yürüyüş esnasında tutulan günlükte, en büyük destekçileri olarak öğretmenleri gördüklerini yazarlar :
Yolda, uğradığımız her yerde öğretmenlerden büyük ilgi gördük. Bu yürüyüş karşısında, Türk öğretmenlerinin ve aydınlarının tutumu milliyetçi nitelikteydi. Hareketin başarıya ulaşması için ellerinden gelen fedakarlığı gösterdiler. Atatürkçü ve laik Türkiye Cumhuriyeti’nin en etkin kuvveti olan öğretmen tabakasının, Türkiye’deki ilerici güçler arasında önemli bir yeri vardır. Bu niteliğiyle öğretmenler, memleketimizde bazı çıkarcı çevrelerle sık sık çatışmak zorunda kalırlar. Zira asla karşı devrimden yana değildirler. Sonuna kadar laik, demokratik, bağımsız Türkiye mücadelesinin içindedirler.”
3 Kasım günü Alaca’ya ulaşan gençler, kasabaya dikilecek Atatürk heykeline karşı gösteri yapanların tehdidine aldırmadan, büstün dikileceği yere taş taşırlar..
7 Kasım günü Aşık Nesimi çıkar karşılarına ve sazıyla onlara deyişler okur..
Yürüyüş boyunca katılanlarla sayıları üç yüze ulaşan gençlerin Ankara’ya 10 Kasım günü girip, Anıtkabir’de saygı duruşu yapmaları istenmez. Amaçları olay çıkarmak olmayan gençler dağılırlar ve 10 Kasım günü, ikişerli üçerli gruplar halinde gelerek Anıtkabir’de toplanırlar. 10 Kasım 1968’de ziyaretçi defterine şunlar yazılır
”Amerikan emperyalizmine karşı ikinci milli kurtuluş savaşımız yok edilemez. Onu yok etmek için bütün Türk milletini yok etmek gerekir. İmza : Tam Bağımsız Türkiye İçin Mustafa Kemal Yürüyüşçüleri.”
O gençlerden biri olan Deniz Gezmiş’i, 6 Mayıs 1972 günü, saat 01:25’de, Ankara Ulucanlar Cezaevi’nin avlusunda asarlar..
Darağacına çıkmadan önce görevliye şöyle seslenir :
Postallarımın bağlarını bile bağlamaya vakit bırakmadan beni apar topar buraya getirdiler. Postallar bu haliyle sehpada ayağımdan düşecek. Düşmelerini istemiyorum. Onları bağla da düşmesinler.”
Görevli, Deniz Gezmiş’in hayattaki son isteğini yerine getirir ve önünde eğilerek postallarının bağcıklarını bağlar.
Deniz Gezmiş, birkaç dakika sonra “Bağımsızlık” tutkunlarının yüreğinde dünya döndükçe sürecek olan büyük yürüyüşüne hazırdır !..
Deniz Gezmiş’den sonra aynı darağacında Yusuf Aslan katledilir. Sırada Hüseyin İnan vardır. Düşünce suçlusu genç adam, asılmadan önce avukatı Halit Çelenk’den, yüzünden hiç eksik olmayan gülümsemesiyle şu ricada bulunur :
“Babam yarın ayağımdaki bu lastik ayakkabıları görünce, oğlumun doğru dürüst bir ayakkabısı yokmuş diye üzülecek. Ayakkabımı bile giyemeden beni apar topar buraya getirdiler. Babama söyleyin, ayakkabım yoktur diye üzülmesin. Ayakkabılarım cezaevinde kaldı. Onlara hediyem olsun.”
Üç gencin ölüm infaz tutanağındaki son nokta şöyledir :
“Cesetler bilahare Ankara Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü’ne teslim edildi.”
İnfazın olduğu gün, Ankara Kızılay Meydanı’nda öğleye doğru bir genç kız, iki polis tarafından yakalanarak mahkemeye çıkarılır. Genç kızın suçu, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın mezarlarına yapacağı ziyaret için kır çiçekleri satın almaktır !..
Yine aynı gün, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nden bir genç kız tutuklanır. Suçu, asılanlar için ağlamak, arkalarından gözyaşı dökmektir.
Birileri korkuyordu.. Çünkü biliyorlardı ki tarih, kendi hayatlarının sonu için geçerli olacak “ceset” tanımına asla o üç devrimciyi sığdıramayacaktır…
Turan ÇATAL
Araştırmacı Gazeteci-Yazar
EGEDE YAŞAM
Özgür İnternet Gazetesi – Halkın Yanında
egedeyasam.net
egedeyasam.com