Bu gün, şaibeli bir sürecin sonucunda açılan İzmir İstinye Parkı detaylı olarak gezdim.
İzmir İstinye AVM’ nin öyküsüne kısaca değinelim.
Sürecin, Aziz Kocaoğlu’ nun büyük şehir, Hakan Tartan’ ın Konak, Sıtkı Kürüm’ ünde Karabağlar Belediye başkanlığı döneminde, kamuya ait arazileri üzerinde ki işletmeler ile birlikte maliye Bakanlığının arazisinin de dahil edilerek, bir İnşaat Yatırım A.Ş.’ne peşkeş çekildiği dönem olduğunu bütün somut karineleri biliyoruz.
Üçkuyulardaki pazar yerinden halkımız atılarak viyadük altına layık görülmüş, orasının büyük rant doğuran bir yapılaşmaya açıldığı görülmüştür… Dönemin büyük şehir belediye başkanı bu projeyi İzmir’liye ” TALİH KUŞU ” olarak yutturmaya çalışmış, ancak bu AVM’nin gerçek anlamda kimin için talih kuşu olduğunu, orada ki devasa ARÇELİK mağazası ile biz yine öğrenmiş olduk….Devir işlemleri, ÇED Rapor süreci, otopark yerinin ihale yöntemi ve diğer işlerin tamamı soru işaretleri ile geçirilmiş şaibeli bir dönem ile peydahlanan, ulusal ekonomimizin çöküş sembolleri olan o kirli bir AVM olarak akıllarda şimdilik kalacak.
Teknik ve ekonomik olarak, gelinen ülke koşullarında o AVM projesi belki onaylanabilir, ancak mülkiyetine bakınca bu olup bitenler asla kabul edilemez. Eğer, kamuya ait arazilerin o zamanki yönetsel sahipleri, burayı kamu yararını gözeterek kullanmış olsalardı buna eyvallah denilir idi. Örneğin arazinin mülk sahipleri, yani büyük bölümünün sahibi olan belediyeler bu araziyi aynı proje kapsamında kat karşılığı ihale etmiş olsalardı, en az % 60 arazi sahibine, % 40 yüklenici firmaya bir oranla rahatlıkta ihale etmiş olurlardı…Gelin görün ki bu süreç, kamu yararı gözetilerek değil de, kamu zararına neden olacak şekilde peşkeş çekilme tercihi ile sonuçlandırılmıştır.
Termal tesislerinde bu projenin sahibi firmanın tanıtım çalışmasına bizzat katıldım. Aziz Kocaoğlu’nun neden iştirak etmediğini hükümet komiserine sorduğumda ” Gelmek zorunda değiller ” yanıtını almıştım. Hükümet temsilcisi sanki Aziz Kocaoğlu’nun avukatı gibi davranmıştı. Gerekli yanıtı elbette vermiştim. Keza İzmir milletvekili Murat Bakan’ ında bu projede yatırımcı firma lehine konum aldığı biliniyor. Bu anlamda diğer milletvekillerinin tavrıda elbette mercek altına alınmalıdır.
Biz bu güne dönelim. Özellikle son yirmi yılda, gerek merkezi iktidar ve gerekse yerel iktidar alanlarında, kamu olanakları kullanılarak, birilerinin kamu malları üzerinden nemalanmalarına elbette önümüzde ki dönemlerde seyirci kalkınmayacaktır. Haksız mülk edinme süreçleri, mutlaka mülkiyetin el değiştirme süreçlerini de beraberinde getirmiş olacaktır, olmalıdır da.. Ek olarak bu adil olmayan sürece neden olanların yargı süreçlerini de yaşamaları ve işledikleri suçlar nedeni ile ceza almaları da ayrıca kaçınılmaz olarak yaşanmalıdır. Çıkartılacak bir yasal düzenleme ile bu tür suçların zaman aşımından ayrı tutulmasını sağlamakta zor olmayacaktır.
Özetle İstinye Park alanının kamu yararına yönetilmeyip, bir grubun çıkarı uğruna kullanılaması, büyük boyutlu telafisi güç kamusal zararlara neden olmuş gibi gözükür iken, yeniden işlevine kavuşturulmuş Türk Yargısı marifeti ile bu kayıplar telafi edilebilecektir.
Gördüğüm kadarı ile basit bir hesaplama yaparsak eğer, sırf kira getirisi olarak düşünecek olursak, yıllık 250 Milyon Türk lirası getiriden kamu yararı adına feragat edilmiştir. Düşünebiliyormusunuz, her yıl Büyükşehir belediyesinin her yıl düzenli olarak 250 Milyon Türk Lirası öz kaynak temin etme alanı yok edilmiştir. Hemde kaynak sorununun yaşandığı bir dönemde…Kimin adına yapılmıştır bu ?.. Elbette ilgili firmanın ve ona bu imkânı sunan kamu yöneticilerinin adına olacağını tahmin etmek güç değildir… Avrupa ülkelerinin dört yüz yıllık ticaret ve sanayi toplumu olma sürecinde elde ettikleri serveti, bizde beş on yılda yakalamış olanların o serveti sindirmeyecekleri açıktır. O servet ki ülkelerin, milletlerin çürüme nedeni olan servetlerdir. O nedenle o servetleri terbiye etmek, gerçek sahipleri ile buluşturmak, sağlıklı çağdaş toplum olabilmenin, zorunlu koşullarındandır.
O zaman bu kadar büyük kamu zararına neden olanların ve o neden oluş üzerinden servet edinenlerin eylemlerinin mercek altına alınması, o servetin kamu yararına el değiştirmesi, Türkiye Cumhuriyetinin ve milletinin bekası ile doğrudan bağlantılıdır, ilgilidir.
Her sağlıksız servet edinim süreçleri, sağlıklı bir şekilde mülkün el değiştirmesi ile dengelenmiştir. Bunun sağlayıcısı ve düzenleyicisi ise elbette kamudan gücünü alan başta yargı olmak üzere devamında ilgili diğer kamu görev alanlarıdır. Yani kısaca Devlet otoritesidir. O nedenle kimsenin endişe etmesine gerek yoktur, çünkü, kamu düzenini sağlama burada söz konusu olandır. Bu eylemin sonunda bireysel ve toplumsal mutluluk vardır. Hatta bu düzensizliğe neden olanların bireysel sağlıklı yaşama ulaşmaları, rehabilite edilmeleri de onlar için faydalı sonuçları olacağıda söz konusudur.
Bütün olumsuz koşullara rağmen, Türkiye Cumhuriyeti zengin kaynaklarının itmesi ile son yirmi yılda sağlıklı olmasada yine üretmiştir. Ancak, rasyonel olmayan bu üretim sürecinde ve devamında cumhuriyetin birikimlerinin haraç meraç elden çıkartılması ile elde edilen gelir ve servet, birileri tarafından kamu karşıtı tutum ile gasp edilmiştir…Önümüzde ki sürecin, bu zalimce uygulanan gasp döneminden hesap sorulması süreci olacağını görmekte zor değildir…Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ‘nun mesleki kökeni ve duruşu ile bu koşulların hazırlanmasına olanak sunmak adına konum alacağını da umuyor olacağız.
Önümüzde ki sürecin, bu zalimce uygulanan gasp döneminden hesap sorulması süreci olacağını görmekte zor değildir…Kurulacak iktidarların yapısı, niyeti buna uyumlu olmasa dahi, Türk devlet geleneği ve onun uygulayıcısı olmakla görevli bürokrasisi, halktan aldığı güç ve emir ile bu politikaların uygulanması adına belirleyici konumda olacaktır.
Bu iradenin tecellisi ile, milli güvenlik ve milli ekonomi politikalarının birlikte uygulanması sonucu edilecek kaynaklar ile, 600 Milyar dolara dayanmış dış borcun ödeneceği gibi, en az 2 Trilyon Dolar tutarında kökeninde bizim olduğumuz öz kaynakta, ulusal ekonomimize aktarılmış olacaktır. Bunun anlamı ise çok kısa sürede kişi başına milli gelirin adil dağılımı temelinde 20 Bin dolara ulaşacağıdır.
Ülke olarak bu ekonomik yapıyı, dinanizmi başka türlü zaten yakalamamız olanaksızdır. Kaybedilen kaynaklar ve yirmi yıllık durağan dönemin yüklediği yok edilen uluslararası rekabet gücümüzün yeniden kazanılmasıda bu politikalara sıkıca bağlıdır…