CHP Genel Başkanlarından Deniz Baykal 14 Şubat 2023 Salı günü toprağa verildi. Ama ölümünden hemen sonra başlayan ve trollerin kaynaklık ettiği suçlama ve hakaretler hızını kesmeden sürüyor! Üstüne üstlük, ekrandayken ölüm haberini alan konuşmacılardan tutun, özel programlarında bunu iş edinen bazı gazeteciler de bu kervana katıldılar.
Sakın yanlış anlaşılmasın. Uzun süre politika sahnesinde kalmış kişiler elbette dokunulmaz değillerdir. Onların yanlışları, bilgi, belge ve tanıklıkla kaleme alınan makalelerle, hatta köşe yazılarıyla toplumun değerlendirmesine sunulur. Bu çok doğal ve demokratik bir davranıştır. Bu tür siyasal ve bilimsel yazılar tarihe not düşme açısından da yararlı ve değerlidirler. Ama Milletimizin yüz yıllara uzanan geleneklerinden koparak savunma olanağı kalmamış ölünün arkasından sokak ağzıyla ve kin kusarak toplumu zehirleyenler bilmeyerek çok büyük yanlış yapıyorlar. Artık yerleşmiş adetimiz bir yana atılmıştır ve her siyasal ölünün arkasından karşıtlarına nefret kampanyası başlatmanın yolu açılmıştır. Bugünkü hakaret ve küfür sahiplerinin değer verdikleri kişiler de öldüklerinde aynı işlemlerle yerle bir edileceklerdir! Elimizde kalan işe yarar geleneklerimizden biri de böylece paspas edilmiş oldu. Yazık, çok yazık…
Gelelim Deniz Baykal ve dolayısıyla CHP 22. Dönem milletvekillerinin Recep Tayyip Erdoğan’ın siyaset yolunu açtığı şehir efsanesine! Ne yazık ki bu efsane medyada etkin çevrelerin olağanüstü çabalarıyla toplumda gerçekmiş gibi bir algı yaratmıştır. İftira niteliğine dönüşen bu savlara karşı gerçeği ortaya koymayı o dönemde sorumluluk taşımış bir siyasetçi olarak görev sayıyorum. Ayrıca okurlarımın bu konunun açığa çıkması için yaptıkları ısrarlı istemleri de yerine getirmiş olacağım. Şimdi konunun esasına gelelim.
3 Kasım 2002 seçimleri merkez sağın çökmesine yol açmıştır. “Millî görüş gömleğini” çıkaran ve Erbakan’ın partisinden ayrılarak AKP’yi kuran Recep Tayyip Erdoğan ABD’de anlamlı biçimde, yabancı bir ülke liderine eş protokolle karşılanmıştı. Oysa onun 12 Eylül mahkemelerinde verilen üç aylık hapis cezasıyla birlikte siyaset yasağı vardı. 2002 seçimlerinde her partinin oy pusulasının başında o parti genel başkanının adı vardı. Her nasılsa bu yasağa karşın Yüksek Seçim Kurulu, AKP oy pusulalarının üstüne Recep Tayyip Erdoğan isminin yazılmasında sakınca görmemişti. Yani halk bu isme güvenerek oyunu kullanacaktı.
AKP %34,3 oyla ve 12 Eylül’ün yüzde onluk barajının verdiği fırsatla aldığının çok üstünde % 66 oranında koltuk elde etmişti. 363 Milletvekili vardı. CHP %19.4 oya karşı 178 milletvekili çıkarmıştı. Artık iki partili parlamento dönemi başlıyordu. Tablo eksik kalmasın; 9 bağımsız aday da meclise girmeyi başarmıştı. Bunların çoğu ilerde AKP’ye geçecekti.
AKP’nin sorunu genel başkanının meclis dışında kalmasıydı. Yeni hükümet Abdullah Gül’ün başbakanlığında kurulmuştu. Bu durum normal değildi. Nitekim AKP meclise Anayasa değişikliğine ilişkin bir yasa önerisi sundu. Anayasanın milletvekili seçimiyle ilgili 67. Maddesini değiştirmek ve ilâve yapmak istiyorlardı. 12 Eylül cuntasının Danışma Meclisi’ne sipariş ettiği ve halka yüzde 82 oyla kabul ettirdiği Anayasa tam da o günlerin havasını yansıtıyordu. “(..) Affa uğramış olsa bile “ideolojik ve anarşik eylemlere katılma veya bu suçları tahrik ve teşvik etme” hükümlüleri milletvekili seçilemiyordu. Değişiklik önergesi bunun yerine “terör eylemlerine katılma” biçiminde yeni bir tarif getiriyordu.
Konuyu demokrasi ve hukuk açısından ve kendi ilkelerimizi rehber alarak inceledik. Bir defa ne o gün ne de bugün Ceza Kanunumuzda ve hukukumuzda anarşik sözcüğüyle ilgili bir suç ve kavram yoktu! Hukukta böyle bir sözcük de yoktu. İdeolojik suç ise tamı tamına düşünce özgürlüğü anlamına geliyordu. Bu madde 12 Eylül cuntasının ihale ettiği; maalesef bir anayasa hocasının eseriydi ve Aldıkaçtı Anayasasının felsefesini yansıtıyordu! Şimdiye kadar genellikle ilerici ve solcuların cezalandırılması için kullanılan zorlama gerekçelerden ibaretti. Bunun bir Anayasa içinde yer alması hukuk açısından talihsizlikti. Cunta lideri Evren’in meydan nutuklarının ve kahve edebiyatının Anayasaya girmiş haliydi. CHP gibi bir partinin bu maddenin savunuculuğunu yapması kendinin inkârı olacaktı. İdeolojik ve anarşik sözcüklerinin yerine terör kavramının getirilmesi ise uluslararası hukukta da yer bulan en azından savunulabilir bir durumdu.
Meclis aritmetiğine bir daha bakalım. AKP 363, CHP 178 Bağımsızlar ise 9 sandalyeye sahiplerdi. Anayasa değişikliği 12 Eylül’ün Danışma Meclisi tarafından düzenlenmiş kafa karıştıran 175. Maddeye göre yapılacaktı. Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer’in bu olaya sıcak bakmadığı biliniyordu. Nitekim ilk değişiklik Sayın Cumhurbaşkanı tarafından meclise geri gönderilecekti. Kısaca yakın sürede halkoylaması olasılığı görülüyordu. CHP olarak elimizde iki olanak vardı. Ya bu öneriye ilkelerimiz gereği katılacak ya da ilkelerimizi çiğneyerek bu 12 Eylül maddesine sahip çıkacaktık! Deniz Baykal ve 22.Dönem CHP Grubu birincisini tercih etti. Bir düşünün, yapılacak bir referandumda, öneriye karşı çıkan CHP milletvekilleri, vaktiyle 12 Eylül’ün siyasal yasağını savunan Güneş Taner gibi “No.. No..” yazılı tişörtleriyle meydan meydan dolaşacaklar; lâmı cimi yok resmen 12 Eylül Anayasasını koruyarak Evren’in sadık takipçisi olacaklar! Ancak, bu da işe yaramayacak; bugünkü kadar yıpranmamış, eski İstanbul Belediye Başkanı olarak bilinen Erdoğan mağduriyetin tepelerinde dolaşacak ve yüzde elliyi çok aşan bir oyla hak etmediği bir demokrasi kahramanı olacak!
Ayrıca ilkeler söz konusu olunca kişiler ikinci planda kalır. Bundan Erdoğan’ın yararlı çıkması bizler için önem taşımıyordu. Zaten Başbakan Abdullah Gül onun işlevini gereğinden de fazla yerine getiriyordu! Baykal da halkın yüzde otuz dördünden fazla oy almış ve partisinin oy pusulalarında ismi olan bir genel başkanın meclis dışında kalmasını demokrasi anlayışıyla bağdaştırmıyordu.
22. Dönem CHP Grubu mecliste öneri doğrultusunda oy kullandı. Bunların içinde benim de oyum var; bugün de kullandığım oyun arkasındayım. Ayrıca CHP Milletvekilleri içinde bu tavrı benimsemeyen ve öneriye karşı oy kullanan Fahrettin Üstün gibi arkadaşlarımız vardı. Onlar açıkça bu kararın yanlış olduğunu savunuyorlardı. Kimse kimsenin oyuna karışmıyordu elbette.
AKP önerisi CHP grubunun da katılımıyla o gün ve halen mecliste bulunan Kemal Kılıçdaroğlu, Engin Altay, Haluk Koç, Akif Hamza Çebi ve Yaşar Tüzün gibi isimlerin de oylarıyla 13 Aralık 2002 günü kabul edildi. Recep Tayyip Erdoğan Siirt ilinde Yüksek Seçim Kurulu kararıyla yinelenen seçimden sonra Siirt Milletvekili olarak parlamentoya girdi. Olay bundan ibarettir.
Herkesin aklına şu soru geliyor: Pek iyi kamuoyunda bu olayın tersine bir algı yaratılması kimin eseri? Bu nasıl oldu? Erdoğan’la Baykal buluşması gibi savlar dikkatinizi çekerim, aradan beş yıl geçtikten ve 2007 milletvekili listeleri ilân edildikten sonra bir köşe yazısıyla ortaya atıldı ve köpürtüldü. Oylama sırasında hiçbir tepki göstermeyenlerin aklına kurgu film senaryoları beş yıl sonra gelmişti!
Adı geçen görüşme olduğu doğrudur ve Anayasa oylaması sonuçlandıktan sonra olmuştur. Erdoğan AKP Genel Başkanı olarak 23 Şubat 2003 günü Baykal’a giderek hükümetin 1 Mart tezkeresine CHP’nin de oy vermesini istemiş ve olumsuz yanıt almıştır.
Merhum Baykal’ın medyada, sanat dünyasında isim yapmış popüler kişilere karşı zaafı vardı. Örgütte yüzlerce örgüt emekçisi varken onların hakkını yiyerek cımbızla çektiği isimleri parlamentoya taşımıştı. Onlar ve onlarla birlikte, haklı veya haksız nedenlerle Baykal’a kızanlar, hırs ve kinlerini olayları çarpıtarak açığa çıkardılar. Bu tür komplo teorilerini hazır bekleyen medya farelerinin de çabasıyla olmayan bir olgu olmuş gibi algı yarattı. Ölünün arkasından kampanya açacak kadar vicdan yoksunlarına karşı “İşte gerçekler” diye seslenme görevini yerine getirmekten mutluyum.
Kemal ANADOL
editörün notu : BAŞIMIZA RTE Yİ MUSALLAT EDEN BAYKAL ‘I BU KONUDA HİÇ AFFETMEYECEĞİZ…